ibrahim beyazoğlu

Fotoğrafım
Famagusta, Cyprus
Kazandığı araştırma bursuyla , 2013 ve 2014 yıllarında Leeds Üniversitesi Tarih Bölümü'nde postkolonyal tarih konulu doktora araştırmaları gerçekleştirdikten sonra  adaya döndü. Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde doktor unvanı ile çalışmalarına devam ediyor. 2007- 2011 yılları arasında adada Türkçe ve İngilizce gazetecilik yaptı. KIBRIS gazetesi ve Cyprus Today gibi kurumlarda akredite gazeteci olarak çalıştı. Ayrıca muhtelif gazetelerde kısa süreli serbest ve edebi gazetecilik deneyimine de sahiptir. Cynthia Cockburn, Alberto Manguel, Tariq Ali, Thanos Veremis, Rebecca Bryant, Yiannis Papadakis, Hugh Pope, Susan Dente-Ross, Tanıl Bora, Prakash Kona ve Alecos Christakis ve Vatikan Maslahatgüzarı Umberto Barato, Osman Akınhay, Ömer Laçiner gibi isimlerle söyleşiler gerçekleştirdi.

18 Haziran 2021 Cuma

INTERVIEW WITH SIMON CRITCHLEY

INTERVIEW WITH SIMON CRITCHLEY
 

İbrahim Beyazoğlu

 #EURO2020 #JacquesDerrida #Football #Soccer #America #England #Animism  




Beyazoğlu: Galatasaray fans today hold the legendary player Dževad Prekazi (who also represented the former Yugoslavia national team) in high esteem. He is best remembered for his goal against Monaco in 1989, which helped Galatasaray to reach the semi-final in the European Cup that year—the Champions League of today (https://www.youtube.com/watch?v=djh4fDLxkb0). It is often said that the the ball has a behavioural manner. It conducts itself, so to speak. Dževad Prekazi said it along these lines: if the ball does not want to go into the net, it will not; "the ball has a life. The ball does not cross the goal line if it does not want to". Sometimes, after an unlucky loss, you can hear managers and players telling the media, "the ball did not favour us today". Can we relate this to your chapter, “What is it like to be a ball?” Because in your book, What We Think About When We Think About Soccer, you state that, “Everything seems alive. Even the ball seems alive. The ball seems to animate itself and to possess an intelligence and awareness. It is a quasi-object, full of subjective investment, hovering between the animate and the inanimate”.

 

Simon Critchley: Yes, it is a remarkable goal and the ball seems to have a life of its own. So, I agree. My point in the book is that in watching football we enter an animistic universe, a world where things are as alive as persons. There is something archaic and religious about all this. I see football not so much as a sport as a devotional, religious practice. You worship Galatasaray, as you should.  

 

Beyazoğlu: From time to time, in your work, you point to transformative border situations, threshold moments. Your hilarious expression “suspenseful present” in the book is striking. Does “suspenseful present” bear any relationship to Derridean thinking? Can we establish a relationship between your phrase and Derrida’s deconstructive moments, playful presence of spatiotemporality or différance?

Simon Critchley: I don't think so. It certainly was not on my mind. But I knew Derrida quite well and even talked football with him, probably around the time France won the world cup in 1998. He had been a goalkeeper in Algeria, but said he no longer watched the game. I tried to explain the world-historical importance of his compatriot Zidane to him.   

  


 

Beyazoğlu: In the chapter, “De-subjectifying Football”, you write that “play takes primacy over the consciousness of play. Namely, play is not explained through subjective intentions, brain states or biological functions, just as it is not explained away through endless statistics and data (...). If the player is playing well, not very much is going on in their ‘mind’ at all, and this is the entire point: play and not the consciousness of play”. Is there any team, school of football or player resembling or representing a football without a subject—de-subjectified football? Maybe Brazil?

Simon Critchley: The point is that football takes place in what Latour calls 'the middle kingdom', between persons and things, where both are alive. It is a question of thinking about the lived dynamics of play, as the game is played, which is not in our heads, but on the field of play.  

 

Beyazoğlu: When Antonio Negri was in exile in France, he was deprived of football. He writes that “When I was teaching at the University of Paris-VIII, I could not discuss the situation of Olympique Marseille or Paris Saint-Germain with anyone but the department secretary, Helene. The other professors did not give a toss for it”. Seemingly, one of the reasons which necessitated Negri’s return to Italy, at the expense of being imprisoned, was Calcio. Can you relate Negri’s situation to your experience in the US? Do you experience difficulty in talking about football in America?

Simon Critchley: Yes, I completely sympathize with Negri's situation. I had to hide my deep love of football and especially LFC for many years. I wanted to dedicate my Ph.D. thesis to Kenny Dalglish but was advised against it. I think there has been a significant change in the way football is talked and written about in the last 20 years and this makes me VERY happy. I can't speak for America, but I watch nearly all my LFC games in New York and there is a really sophisticated fan culture there. I meet LFC fans all the time. And used to buy my fruit from a passionate Galatasaray fan. So, it is possible to talk sensibly about football in New York. But New York is not the USA.  

 

Beyazoğlu: As you know, EURO 2021 is drawing near. Even though The COVID-19 pandemic has made us change the way we relate ourselves to football, most of us are already looking forward to watching the games. How do you see England's chance in Euro 2021? Is there any other team apart from England that you want to monitor particularly?

Simon Critchley: I have only ambiguous feelings about the English national team and find the behavior of England fans reactionary and embarrassing. Liverpool is in England, but not OF England, which is why we think of LFC as international, European royalty and so on. I will watch the Euros closely. I am curious to see how far Turkey will go. I hope they go far. My feeling is that France will win. As they have the best players. I don't really care about England.

 

Simon Critchley ile Futbol Üzerine Söyleşi: “EURO 2020, Liverpool ve İngiltere”

“EURO 2020, Liverpool ve İngiltere”
Simon Critchley ile Futbol Üzerine Söyleşi
İbrahim Beyazoğlu (Söyleşi)
11 Haziran 2021 Cuma

#antonionegri, #euro2020, #futbol, #galatasaray, #ingiltere, #jacquesderrida, #liverpool


Galatasaray taraftarları efsanevi oyuncuları Cevat Prekazi'ye çok büyük saygı duyuyorlar. Prekazi denince akla hemen 1989’da Monaco'ya attığı gol geliyor. O gol sayesinde Galatasaray Şampiyon Kulüpler Kupası’nda (günümüz Şampiyonlar Ligi muadili) yarı finale çıktı. Monaco’ya bu golü atan Yugoslav topçu Prekazi'nin “Topun canı vardır, isterse girer kaleye" minvalinde, futbolseverlerce, iyi bilinen bir deyişi var. Mesela bu coğrafyada oynan maçların hemen ardından umduğunu bulamamış bir oyuncu veya teknik direktör basın mensuplarına “top bizi sevmedi” gibi beylik laflar sarf edebiliyor. Tüm bunlar, Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz?[i] adlı kitabınızın “Top Olmak Nasıl Bir Şey?” başlıklı bölümüyle ilişkilendirilebilir mi? Çünkü siz orada “Her şey canlı gibi. Top bile canlı sanki. Kendine can veriyor, bir aklı ve farkındalığı var âdeta. Öznel içerimlerle dolu bir nesnemsi, canlı ile cansız arasında salınıyor” diyorsunuz.

[Youtube’da Prekazi’nin golünü izledikten sonra]. Evet, dikkate şayan bir gol ve bu golde topun kendine ait bir yaşamı varmış gibi görünüyor. Yani, söylediklerine katılıyorum. Benim bu kitaptaki amacım, futbol temaşa edilirken animistik bir evrene, her şeyin insanlar kadar canlı olduğu bir dünyaya dahil olduğumuza işaret etmek. Tüm bu olup bitende arkaik ve dinî bir şey var. Ben futbolu bir spordan çok adanmışlık, dinî bir uygulama telakki ediyorum. Ve sen de, gayri ihtiyari, Galatasaray'a tapıyorsun.

Kitapta, belirli aralıklarla değişen-dönüşen sınır durumları ve eşik momentlerine dikkat çekiyorsunu. Bilhassa “her şeyin askıya aldındığı bir şimdi” ifadeniz son derece çarpıcı ve nefes kesici. “Her şeyin askıya aldındığı bir şimdi” kavramı ve Derridavari düşünce arasında bir bağ var mı? Mesela, yapısökümcü momentler, uzam-zamansallığın oyuncul mevcudiyeti veya différance ile bir ilişki kurabilir miyiz?

Sanmıyorum. Kesinlikle aklımda öyle bir yaklaşım yoktu.  Ama Derrida'yı çok iyi tanıyordum ve onunla futbol bile konuşmuşluğumuz var. Sanırım Fransa'nın 1998 Dünya Kupası’nı kazandığı dönemdi. Hemşehrisi Zidane'ın dünya tarihine mal olmuş bir kişilik olduğunu ona açıklamaya çalıştım. Derrida Cezayir'de kalecilik yapmıştı. Gelgelelim artık futbol maçı izlemediğini söyledi.

Kitabın "Futbolu Öznesizleştirmek" kısmında “oyun, oyunun bilincinde olmaktan önce gelir. Başka bir deyişle oyun özel yönelimle, beyindeki hallerle ya da biyolojik işlevlerle açıklanamaz, keza uçsuz bucaksız istatistikler ve verilerle de açıklanamaz (...) oyuncu iyi oynuyorsa ‘aklından’ pek de bir şey geçmez, mesele tam da bundan ibarettir: oyunun bilincinde olmak değil, oyunun kendisi”[ii] diyorsunuz. Bu açıklamaya, yani öznesiz futbola ilişkin bize fikir verebilecek bir takım veya ekole işaret etmek mümkün mü? Mesela Brezilya?

Mesele şu ki, futbol Latour'un “orta krallık” dediği yerde, kişiler ve şeyler arasında ve bunlarının her ikisinin de yaşam bulduğu bir zeminde cereyan eder. Burada söz konusu olan şey, maç esnasında sahada cereyan eden -kafamızda yaşanan bir ilişki şekli değil de- oyunun yaşanmış dinamiklerini düşünmek meselesidir.

Antonio Negri, Fransa’daki sürgün günlerinde futboldan mahrum bırakılmıştı. Kendisi bir keresinde “Paris-VIII Üniversitesi'nde ders verdiğim sıralarda Olympique Marseille'in veya Paris Saint-Germain'in durumunu bölüm sekreteri Helene dışında kimseyle tartışamıyordum, öteki hocaların hiç ipledikleri yoktu”[iii] demişti. Görünüşe göre futbol, Negri’nin tutuklanıp hapis yatma pahasına, İtalya’ya dönme sebeplerinden bir tanesi. Negri’nin yaşadığı futbol mahremiyeti ve senin ABD’deki yaşamın arasında bir denklik kurmak mümkün mü?  Mesele futbol olunca Amerika’da muhatap bulmakta sıkıntı yaşıyor musun?

Evet, bu hususta Negri’yi kendimle hemhal buluyorum. Futbol sevgimi ve bilhassa derinlere kök salmış Liverpool (LFC) tutkumu uzun yıllar boyunca gizlemek zorunda kaldım. Doktora tezimi Kenny Dalglish'e adamak istediğimde bundan alıkonulmuştum. Son yirmi yılda futbolun dile getirilme ve yazılma biçimlerinde göze çarpan bir değişikliğin tezahür ettiğini düşünüyorum ve bu da beni bir hayli mutlu ediyor. Amerika adına konuşamam ama New York'ta neredeyse tüm LFC maçlarımı izliyorum ve orada gerçekten de sofistike bir hayran kültürü var. Kendimi bildim bileli LFC taraftarlarıyla tanışırım. Ayrıca meyvelerimi tutkulu bir Galatasaray fanatiği olan bir manavdan alırdım. Ezcümle, New York'ta makul bir şekilde futbol konuşmak mümkün. New York, ABD değildir.

Bildiğin gibi EURO 2020’nin eli kulağında. Covid-19 futbolla ilişkimizi biraz değiştirse de birçoğumuz turnuvayı iple çekiyor. İngiltere'nin EURO 2020'deki şansını nasıl görüyorsun? İngiltere haricinde bilhassa izlemek istediğin başka bir takım var mı?

İngiliz milli takımına karşı hislerim sadece müphem ve İngiltere taraftarlarının sergiledikleri davranışlarını gerici ve utanç verici buluyorum. Liverpool, İngiltere’de olsa da, İngiltere değildir. İşte tam da yüzden Liverpool’u uluslararası ve bir Avrupalılık bağlamında tahayyül ederiz. Avrupa Şampiyonası’nı yakından takip edeceğim. Türkiye nereye kadar gidecek merak ediyorum. Umarım turnuvada epeyce ilerlerler. Ben bu turnuvayı Fransa'nın kazanacağını düşünüyorum. Çünkü en iyi oyunculara sahipler. İngiltere umurumda bile değil.


[i] Critchley, Simon. (2018). Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz?, çev. Oğuz Tecimen, İstanbul: Metis, s. 57.

[ii] A.g.e., s. 51.

[iii] Negri, Antonio. (1998). “Milan, Kesinlikle!”, çev. Ulus Baker, https://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=7,59,0,0,1,0