İBRAHİM BEYAZOĞLU: Öncelikle taze çıkmış, dumanları tüten Hasan Âli Yücel
biyografiniz için sizi tebrik ederim. Neden Hasan Âli Yücel üzerine biyografi
yazma ihtiyacı duydunuz? Bu fikir nasıl doğdu? Hasan Âli Yücel ile nasıl
ilgilenmeye başladınız? Metnin belli
kısımlarını okuyan tanıdıklar neredeyse “antipati” vehmine kapılmışlar mesela. Hasan
Âli Yücel “gerçeği” birden çok yüzü var. Birçok şeyin yanısıra “nefret nesnesi
olarak Hasan Âli Yücel, başlı başına bir konudur” diyorsunuz Gerçekten çok
enteresan.
TANIL BORA: Günümüzün gözde terimiyle
“kutuplaştırıcı” bir şahsiyet. Sağda, umumiyetle, aşırı-Batılılaşmacı
kozmopolit yozlaşmanın baş mümessillerinden olarak görülüyor. Solda, aslında
daha çok Kemalist çevrelerde, bir yerli Aydınlanma hareketinin öncüsü.
Özellikle 1940’ların ikinci yarısında, müthiş bir anti/komünist karalama
kampanyasının hedefinden öte, konusu olmuş. Bu bakımdan ilgimi çekti. Kemalizm,
milliyetçilik, din-sekülerlik, hümanizma, anti-komünizm, eğitim meselelerine,
bunlar etrafındaki tartışmaların serencamına bakmak için bir mercek kutusu
sayıyorum, Yücel’i, o bakımdan da çok verimli bir malzeme sunuyor. Bu konulara,
böyle “makro” konulara yani, her insan gibi kendi içinde dalgalanmaları, çelişkileri
de olan bir insanın düşünsel macerası içinden bakınca, “büyük resimde” fark
etmediğiniz incelikleri, problemleri, çelişkileri fark edebiliyorsunuz. Ayrıca
Yücel, çok yazmış olduğu için, bir entelektüel biyografi çalışmasını zaten
davet ve tahrik eden bir şahsiyet.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Araştırma
bitti. Oylumlu bir Hasan Âli Yücel biyografisi raflardaki yerini aldı. Geriye
dönüp bakınca, araştırma sürecinde sizi en çok tatmin eden ne oldu?
TANIL BORA: Aldığım yardımlar, beni
mutlu etti. Çalışmadan haberdar olan birçok arkadaşım okudukları, bildikleri
metinlerden parçalar aktardılar, kitaplara dikkat çektiler. Elbette, insana çok
iyi geliyor! Bir insanın hayat hikâyesini ve ölümünden sonraki yaşamını,
-Almancada “Nachleben” diyorlar-, takip etmek, zevkli oluyor. Yazdıklarının
ayrıntılarına, üslûbuna eğilmek, başlıbaşına zevkli.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Çalışmaya
yeniden başlayabilseydiniz neyi değiştirirdiniz?
TANIL BORA: Esaslı bir değişiklik
gerekmezdi. Sonradan fark edip hayıflandığım iki eksiği size söyleyeyim (ilk
defa söylüyorum!). Birisi, Erol
Güney’le ilgili hatıralardan yararlanmamış olmak, ikincisi Yücel’in Vefa spor
kulübüne verdiği destekten bahsetmemiş olmak. Yeni baskı olursa, bunları
takviye etmeyi istiyorum.
*
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Biyografinizde
de denk geldiğimiz gibi “ağırlıklı çalışma alanınız Türkiye’de siyasal
düşünceler, özellikle sağ ideoloji ve milliyetçiliktir". Neden
milliyetçilik?
TANIL BORA: Çok güçlü, çok etkili,
“daimî” ideoloji, kendini ideoloji değilmiş gibi kabul ettirme gücü
yüksek. Bütünlüklü bir ideolojiden öte,
ayrımcılığın zihniyet kalıbını kuruyor.
*
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Başka
ülkelerin milliyetçiliğine kıyasa Türk milliyetçiliğinin kendine has
diyebileceğimiz bir özelliği var mı?
TANIL BORA: Biriciklikten söz
edemeyiz. Öne çıkan kimi karakteristikler var: Mağduriyet-mağruriyet gerilimi,
haset-hınç gerilimi, çok şiddetli bir beka kaygısı… Bunlar Türk
milliyetçiliğine özgü denemez, ama Türk milliyetçiliğinde baskın özelikler.
Karşılaştırmalı milliyetçilik çalışmalarında, Türk milliyetçiliğini karakterize
etmek üzere öne çıkarılacak noktalar. Bence Türk milliyetçiliği için en verimli
olabilecek mukayese çerçevezi, Balkan milliyetçilikleri. Ne yazık ki bu kabil
mukayeseli çalışmalardan mahrumuz.
*
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Sizce
milliyetçilik bu kadar güçlü kılan ne? Neden bu kadar çekici? Terry Eagleton
din için “asla ölmez” demişti. Aynısını milliyetçilik ve ulus devlet için iddia
edebilir miyiz? Kurgusal tarafı bu kadar güçlü bir “gerçekliğin” hikmetinden
neden hiç sual olunmuyor?
TANIL BORA: Milliyetçiliğin gücü, ilksel diyebileceğimiz
bir insani ve beşeri tutum olan topluluk aidiyeti arama ve bununla bağlantılı
olarak kendini bir dışarıdakilerden, ir ötekilerden ayırt etme saikine son
derece güçlü, tam teşekküllü ve “en modern” yuvayı sunması. Bu saiki adeta
temel insani “güdü” olarak yeniden üretmesi. Bunu, kitleler çağında ve
sonrasındaki anonimlik çağında, diyelim, hele her düzlemde perkarizasyon
büyürken, bir bağ kurarak, hiçbir şey yapamıyorsa hıncını boşaltmaya imkan
vererek, bir tutunum sağlıyor. Hiçbir şeyi ve umudu yoksa bile, kudretli, şanlı
bir tarihin, bir yüce varlığın parçası olma morali sağlıyor.
Orhan
Koçak, mükemmel bir tarifini yapıyor milliyetçiliğin: kendi yetersizliklerini
sevme ideolojisi. Amerikalıların meşhur “good or bad, my country” dediği tutum.
Milliyetçilik, yetersizliklerimizle, “bizim” yetersizliklerimizse onlar, saadet
içinde birlikte yaşamaya imkan açıyor. Olduğu gibi olmayı ve öyle kalmayı
yüceltiyor, böyle bir konforu var.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Bunun
bir soru mu yoksa yorum olduğundan emin değilim. Sizce milliyetçiliğin
savunulabileceği durum/lar var mı? Kendi hesabıma ben emin değilim. Sömürge
karşıtı milliyetçi hareketler belki bir dereceye kadar anlaşılabilir. Ama onlar
da özgürlüğünü kazanır kazanmaz “ulus devlet” olmak için efendilerinden icazet
talep ediyorlar. Var oluşlarına ancak böyle meşruiyet kazandırmaya
girişmiyorlar mı? Bir ulus olabilmek için önce bir ehliyete sahip olmalısın.
Zygmunt Bauman böylesi bir tanınma siyasetini “license” kavramıyla
açıklıyor. Öte yandan, benzer şekilde,
Mark Mazower Büyülü Saray Yok: İmparatorluğun Sonu Ve Birleşmiş
Milletler'İn İdeolojik Kökenleri kitabında tüm bunları gözler önüne
seriyor. Neden ulus fikri global siyasette tek geçer akçe?
TANIL BORA: Sistem, uluslar-arası
sistem çünkü. Ulus-devletlerin kurucusu olduğu, ulus-devletlerin nizam verdiği
bir sistem. Son onyıllarda ulus-aşırı dediğimiz güçler arasında gerçekten
kudretli olanlar da, insanlığa bir hayrı olmayacak yapılar: eskiden “çokuluslu”
denen ulus-aşırı şirketler. Onlar da, hem ulus-devletlerin “iyi yanını”
diyelim, basit söyleyerek, yani yurttaşlığı, yurttaşların siyasal katılım
olanaklarını hızla aşındıran bir güç kullanıyorlar. Hem de, pekâlâ
ulus-devletlerle işbirliği halinde, onları bu dediğimiz şekilde dönüştürerek,
iş görüyorlar. Alternatif, muhalif bir ulus-aşırı harekete özlem duyuyoruz; bir
zamanlar Dünya Sosyal Forumu’nun hamle edip başaramadığı gibi. Herkesi,
özellikle mültecileri de, yurttaş saydırma talebi, ve yurttaşlığı eşitlik
temelinde tahkim etme talebi, böyle bir hareketin hedefi olmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder