Kıbrıslı okurlar için Sevan
Nişanyan ile Söyleşi: “Ada lehçesine bayıldım”
İbrahim Beyazoğlu
Samos ve
Şirince
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Şu anki ruh haliniz nasıl?
SEVAN NİŞANYAN: Pandemi
rezaletinden çok sıkıldım. Sadece hapsedilmek değil. Bütün toplumun
hapsedilmeyi kuzu kuzu kabul etmesi, seve seve gerekçelendirmesi, itiraz
edenlere tepki göstermesi beni bunaltıyor. Bütün dünya, en azından Batı dünyası
diyelim, eleştirel düşünme yeteneğini topyekün kaybetti gibi geliyor bana.
Bunun verdiği bir çaresizlik hissi var.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Söyleşiye
sanırım nereden başlayacağımı biliyorum. Sizinle iletişim kurup söyleşi yapmak
neden bu kadar zor?
SEVAN NİŞANYAN: Hazır bir
kalıba oturtamıyorsunuz ondan olabilir mi? İyi kötü tanıdığınız tiplemeler
vardır, milli, mesleki, sınıfsal, ideolojik, psikolojik hazır kalıplar. O
kalıpları habire bozmakla meşgul olduğumdan belki nerede duracağınızı
kestiremiyorsunuz. Aslında iletişim kurması zor biri değilim sanıyorum, mailim
filan gizli değil, asgari bir sevimliliği olan herkesle rahatça konuşurum, soru
sorana dürüstçe cevap vermeye çalışırım, gırgır geçmeyi severim, kravat takmam.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Türkiye'ye geri dönme şansınız olsa, döner miydiniz?
SEVAN NİŞANYAN: Ziyaret
için elbette. Kalmak ister miyim, ne kadar tahammül edebilirim kestiremiyorum.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Neden Samos'ta
yaşamayı tercih ettiniz? Sizce ait olduğunuz yer Samos mu? Yuva mı? Samos'ta
günleriniz nasıl geçiyor? Orada kendi habitusunuzdasınız diyebilir miyiz?
SEVAN NİŞANYAN: Eskiden
beri sevdiğim bir yerdi. Şirince’deyken fırsat buldukça gelir “ah şu köyde bir
evimiz olsa” geyiği yapardık. Dünya güzeli bir yer, iklimi mükemmel, yaşantısı sakin,
modern dünyanın çirkinliklerinden nasibini almamış, insanları kalender ve
medeni, fiyatlar uygun. En önemlisi tabii Şirince’ye bir taş atımı mesafede,
Türkiye’den ulaşımı kolay. Bir sürü projem vardı, yaz okulları düzenlemek,
Matematik Köyü ile paslaşmak, Türkiye ile Yunanistan arasında iki ayaklı
birtakım kültür projeleri yapmak kabilinden. Arkadaşlarım, çocuklarım karşıda,
onlar gider gelir diye düşündük. Şimdi bir buçuk sene oldu sınır kapalı. Berlin
Duvarı’ndan beter bir bariyer girdi araya. Kim tahmin edebilirdi ki?
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Şirince ile bağınız var mı? Kütüphanenizin
akıbeti ne? Aslanlı Yol’da “hakiki
bir kütüphane nasıl bir nimettir ... hakiki bir kütüphanenin verdiği zevkin
yamacına hiçbir şey yaklaşamaz” dediğinizi biliyorum mesela (s. 132-133).
SEVAN NİŞANYAN: Nişanyan
Otel şimdi büyük oğlumun yönetiminde, covid yüzünden millet Türkiye’ye
hapsedileli beri tarihinin ticari açıdan en parlak günlerini yaşıyor. Matematik
Köyü buna karşılık maalesef pandemi paniğine yenik düştü, bir yılı aşkın
süreden beri kendini izole etti, uzun bir kış uykusuna yattı. Kaya mezarım
aslanlar gibi duruyor. Nişanyan Kütüphanesi de yerli yerinde.
Covid şaklabanlığı biterse insanlar gene kullanabilecek.
Bugün
vardığımız noktada henüz British Library yahut Fransa Milli Kütüphanesi ya da büyük
üniversite kütüphaneleri gibi ciddi araştırma koleksiyonlarının yerini
tutabilecek birşey yok. Onlar dipsiz kuyu gibidir, bilgi dünyasının sınırlarına
yaklaştıkça, önünde kademe kademe açılırlar. Muazzam bir hazdır ona tanık olmak.
Ancak orta boy kütüphanelerin, yarım milyondan az kitap taşıyan yerlerin çağı artık
kapandı sanırım. Oralarda bulmayı umduğun hemen herşeyi internetten şıp diye temin
edebiliyorsun. Avrupa’nın son ucundaki bir adanın kervan geçmez bir dağ
köyündeki evimde oturup bayağı ciddi araştırma projelerinin altından
kalkabiliyorum. Ne bileyim, Ortaçağda Hindistan kişi adları yahut filan ülkenin
askeri alımları hakkında araştırma yapabiliyorum.
“Yanlış Cumhuriyet”
İBRAHİM BEYAZOĞLU: İkinci Dünya Savaşı
sonrası Fransız felsefesinden - Mesela Derrida, Foucault gibi düşünürler - pek
hoşlanmıyorsunuz sanırım. Daha çok Aydınlanma mirası ve klasiklerin bir
mahdumu olduğunuz izlenimine kapılıyorum. Yanlış Cumhuriyet'te yaptığınız tam
olarak Derridavari bir yapısöküm. Yani çelişki ve tutarsızlık olduğunu
düşündüğünüz olguları ortaya çıkarıyorsunuz. Benzer surette "tarih
okurken devamlı soru sormak lazım. Temel soru: Bunu neden anlatmışlar? Neyi
saklamaya çalışıyorlar? Çünkü gerçek hayat devasa kara deliklerle doludur.
Anlatının işlevi o kara delikleri göz alıcı bir perdeyle örtmektir" öneriniz
de kulağa semptomatik okuma yöntemi gibi geliyor. Bu Althusser ve Macherey gibi
Fransız Marksistlerin geliştirdiği bir yaklaşım. Siz iyi bir okurun bu soruları
sorması gerektiğini savunuyorsunuz. Yani olana değil olmayana ya da örtülü
olana, saklı olana uğraşmak. Yine de siz bu yaklaşımlara alabildiğine
mesafelisiniz.
SEVAN NİŞANYAN: Evet,
Aydınlanma mirası beni daha çok heyecanlandırıyor. Rasyonel eleştiriye tutkunum.
Mistifikasyon bulutlarını dağıtmak, kalıp düşüncelerin ve kaypak sloganların
arkasına saklanan mantık körelmelerini teşhis etmek hoşuma gidiyor. Hazır
düşünce kalıplarını tekrarlamayı marifet sayan insanlar bana zihnen tembel,
daha kötüsü ahlaken sorunlu geliyor. Yapısöküm iddiası, elbette, bu açıdan
tasvip edeceğim bir şey. Foucault benim fikri gelişimimde katkıları olan biri,
ona bir şey demem. Belki post-Sartriyen Fransız entelektüalizminin o cafcaflı, egosantrik
üslubuna biraz gülerim, o kadar. En karmaşık, en cesur fikirlerin bile yalın ve
anlaşılır bir dille söylenmesini önemsiyorum. Derrida’yı ise yıllar önce
üniversitemde verdiği bir konferans dizisinde izlemiştim. O zaman şarlatan
olduğu kanısına vardım. Bir daha da ilgilenmedim.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Yanlış Cumhuriyet raflardaki
yerini alır almaz yankı bulmuştu. Büyük gürültü koparmıştı. Sanırım internet
kullanmadan yapılan bir çalışmaydı. Yanlış
Cumhuriyet’in en çok hangi yönü sizi tatmin etti? Araştırma sürecinde en
çok hoşunuza giden ne oldu? Yanlış Cumhuriyet’e
yeniden başlayabilseydiniz neyi değiştirirdiniz?
SEVAN NİŞANYAN: 1994-95’te
o kitabı yazdığımda internet henüz oyuncaktı, 2008’de ilk kez basıldığında da
ciddi bir araştırma ortamı olmaya yeni yeni adım atıyordu. Kütüphanelerde
dağlar gibi fotokopi çektirerek, ikinci el kitapçılardan sararmış broşürler
toplayarak yazıldı kitap.
Yanlış Cumhuriyet’te her şeyden önce bir duygusal inançlar
yığınına dönmüş olan Kemalist söylemi soğukkanlı bir akıl süzgecinden geçirmeyi
denedim. Bir dizi soru ve cevaba indirgedim. Her iddiaya karşı “bu doğru mu?”,
“doğru olup olmadığı nasıl kanıtlanır?” “başka bakış açısı mümkün müdür?”
“şöyle bir itiraza ne cevap verir?” sorularını sordum. O açıdan bence tatmin
edici bir çalışmadır. Eleştirel aklı duygusal tercihlerinin önüne koymaya çalışan
biri için ufuk açıcıdır.
Hedeflediğim
kesim tabii o güne dek tanıdığımı zannettiğim, Batı tipi eğitim almış “modern” okur
kesimiydi. O kesimin ezici çoğunluğunun maalesef ne denli koyu bir dogmatik
saplantıya gömülmüş olduğunu, inançlarını savunmak için ne denli acımasız
olabileceğini kestirememişim. Kitap daha önce varlığından çok haberdar
olmadığım bir başka kesimde rağbet gördü. Muhafazakar aile çevresinden gelip
bir çıkış yolu arayan, Milli Eğitim’in empoze ettiği değerleri sorgulayan
gençler etkilendi kitabımdan. Robert Kolejlilerin yüzde doksanı adeta sınıfsal bir
ihanet olarak algıladı, o okulun mezunlarının son elli yılda ürettiği kayda
değer üç beş kitaptan biri olan Yanlış Cumhuriyet’i.
Jeopolitik, Brzezinski ve Biden
BEYAZOĞLU: Siyasetbilimcisiniz de
aynı zamanda. ABD'de bir dönem Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan
Zbigniew Brzezinski'nin fakültede asistanıydınız. Sizce jeopolitik metinler
okurken neden bu denli paranoyak komplo teorileri, kıyamet senaryoları ve
meczup kehanetler barındırıyor? İnsanların dünyayı nasıl algıladıkları
kişiliklerinee dair ipucu vermez mi?
SEVAN NİŞANYAN: Komplo
teorilerinin kaynağı cehalettir. Dünyanın nasıl işlediğine ilişkin bir bilginiz
yoksa olup biteni gizli bir iradenin yönlendirdiği fikrine kapılırsınız. Antik
dünyanın tanrıları da aşağı yukarı böyle doğdu. Güneşin nasıl olup her gün
doğudan doğup batıda battığını anlamıyorsanız en kestirme çözümdür Apollon
yahut ona benzer biri atına binip sürüyor diye düşünmek. İşte buyurun komplo
teorisi: Gizli bir el yönetiyor.
Yalnız
bunu söylerken kamusal cehaletin kaynaklarını da gözden kaçırmayalım.
Brzezinski’nin ta 1981-82’de ısrarla üzerinde durduğu konulardan biri kamuoyunu
yönlendirmenin önemiydi. Vietnam felaketi ABD yönetimi için bir ders oldu. İç
kamuoyunu ve medyayı kontrol etmenin ne kadar mühim bir savaş aracı olduğunu
fark ettiler. Konuyu o tarihten sonra askeri bir mantıkla ele aldılar. Kamuoyunun
zihnini bulandırmayı yüksek bir sanata dönüştürdüler.
Bilmem
farkında mısınız, büyük devletlerin diplomatik hedefleri 20. yüzyılın son
çeyreğine dek az çok kültürlü birinin kavrayabileceği ve tartışabileceği bir
konudur. O tarihten bu yana gitgide opaklaştı, bizzat karar verme mekanizmaları
içinde olmayan birinin asla nüfuz edemeyeceği bir sır perdesine büründü.
Buyurun Irak savaşı, 11 Eylül saldırıları, covid paniği. Bırakın ortalama
kültürlü insanı, bizzat karar vericilerin dahi olayların mantığını
kavrayabildiklerinden artık emin değilim. Bu da, bana sorarsanız, ürkütücü bir
durum.
BEYAZOĞLU:
Siz Karl Popper’ı seversiniz. O da
komplo zihniyeti mahfillerinde böyle bir eleştiri yapmıştı. Popper’a hala
sempatiniz var mı?
SEVAN NİŞANYAN: Popper’e ilişkin tek
söylediğim onun tümevarım teorisi hakkında.
Bilim metodu hakkında söyledikleri bence 20. yüzyılda felsefe alanında
yapılmış en önemli atılımdır. “Conjectural Knowledge” başlıklı makalesini
1987’de Denizli’de (ikinci kez) askerlik yaparken okumuş, çarpılmıştım. Hala da
çarpılmam devam ediyor sanırım. Siyasi liberalizme ilişkin sözleri maalesef
Soğuk Savaş yıllarının gölgesi altında kalmıştır. Egemen görüşe onay vermek
riskli iş; katkın ne kadar özgün olursa olsun, egemen görüş eskiyince onunla
beraber bayatlıyor.
BEYAZOĞLU: Dünya gündemine
gelelim. ABD’de Biden nasıl başladı? Gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Biden
yorumlanırken neler gözden kaçırılıyor?
SEVAN NİŞANYAN: ABD’de
son otuz yılın ana trendlerini şöyle görüyorum. 1. “Uyuşturucuyla savaş”
kisvesi altında toplumun büyük bir kesiminin kriminalize edilmesi ve nüfusun
yüzde biri gibi inanılmaz bir kitlenin hapsedilmesi. 2. 11 Eylül
saldırılarından sonra “terörle savaş” kisvesi altında temel hak ve
özgürlüklerin hem ABD içinde hem dünya çapında kısıtlanması. 3. Assange ve
Snowden örneklerinde görüldüğü gibi istihbarat ve güvenlik örgütlerinin
kutsallaştırılması, bunlara yönelik her türlü sorgulamanın polis zoruyla önlenmesi.
4. Irak, Afganistan, Suriye, Libya gibi anlamsız ve sonuçsuz savaşlar
aracılığıyla askeri kadrolara trilyonlarca dolar fon aktarılması. 5. Kabul
edilebilir bir gerekçe olmaksızın Rusya’nın şeytanlaştırılması ve yeni bir
(soğuk?) savaş isterisinin körüklenmesi.
Biden
ve ekibi bu beş politikanın oluşumunda baş rolleri oynamış ve halen bu beş
politikayı temsil eden kişilerden oluşuyor. Sonucun kimse için hayırlı
olacağını düşünmüyorum.
Trump
ahlaksız bir soytarıydı belki. Bu ekip kadar büyük suçları var mıydı, emin
değilim.
“Aslanlı Yol” ve Kişisel
Sorular
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Sevilmeme konusunda
bir yeteneğiniz var. Sizi sevmeyen insanlara sizden nefret edecekleri anıtsal
sebep vermekte üzerinize yok mesela. Bana Zizek'in bir lafını anımsattınız:
"Tolerance makes everything boring, we need more conflict!" ("Hoşgörü
her şeyi sıkıcı hale getirir, daha fazla çatışmaya ihtiyacımız var!") Ne
dersiniz? Huzur hedef tahtasına oturtulmakta mı?
SEVAN NİŞANYAN: Çatışma
yoksa hayatın ne zevki olabilir ki? Çatışmayı kazanmak, kazanamıyorsan en
azından mücadelede erdem ve becerini sergilemektir hayatı yaşanır kılan. Öyle
olmasa dünya edebiyatının, sinemanın yüzde doksan küsuru neden çatışma üzerine
kurulu olsun?
Benden
“nefret ettiğini” söyleyenlere de çok fazla inanmayın. Yüzlercesiyle
karşılaştım bugüne dek. Zannettiğinizden daha kompleks bir hadise. Kendi
korkaklıklarının, basitliklerinin yüzlerine vurulmasından hoşlanmıyorlar doğal
olarak. Bir yandan da haklı olduğumu pekala biliyorlar ve kalplerinin bir
köşesinde bunun söyleniyor olmasından da memnunlar. Grup halinde olduklarında zırhlarını
delmek mümkün değil. Teke tek yüzleştiğinizde çok kolay bayrakları suya
indiriyorlar. Özellikle “feminist” retorik bayrağını sallayan kadınlar ilginç.
Genellikle yarım saat sürmüyor bambaşka bir nağmeye geçiş yapmaları.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Kişisel bir gözlem. Belgeselinizde
"Niye oturayım ki? Oturduğum zaman sıkılıyorum" diyorsunuz. Can
sıkıntısı bağlamında akla zaman zaman Emil Cioran’ı getiriyorsunuz. Sıkıntı
eşiğiniz sanırım çok düşük. Boş muhabbeti pek sevmiyor gibisiniz. Sanırım bu
iki ucu keskin bıçak gibi bir durum. Bir yanda projeler üretiyorsunuz.
Meşguliyet size iyi geliyor. Öte yandan beklenmedik durumlarla da yüzyüze
gelebiliyorsunuz.
SEVAN NİŞANYAN: Demek ki Cioran okumam lazım, komple
boşum o konuda. Hayatta yapacak, öğrenecek, üretecek, sevecek, dövecek o kadar
çok şey var ki bir şey yapmadan geçirdiğim her dakika ziyan bence.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Siz ne dersiniz bilmem ama sizin ne/kim olmadığınızı kestirmek ne
olduğunuzu kestirmekten daha kolay sanırım. Çok net yargılara sahip değilsiniz
sanırım. William Shakespeare Othello'da “Ben
olduğum şey değilim" der mesela. Aslanlı
Yol’da üzerine basa basa “bir kişi olmak bana sıkıcı geliyor” diyorsunuz
keza (s. 237). Milliyetçilik, bürokrasi, resmi ideoloji, mitoslar ve din ile
yıldızı barışmayan birisiniz. Yaptıklarınızla müsemma gözüküyorsunuz. Yani
solcusundan tutun da mütedeyini, Kemalisti, milliyetçisi, feministine geniş bir
yelpaze sizi pek sevmiyor. Kendinizi yakın bulduğunuz ya da savunulması
gerektiğini düşündüğünüz siyasi ya da toplumsal konum/lar var mı?
SEVAN NİŞANYAN: “Konum”lar
yok sanırım, süreçler beni daha çok ilgilendiriyor. Konum dediğin şey, koyduğun
anda çürümeye başlar. Akıştır mühim olan. “En iyi siyasi sistem hangisi” diye
sormuştu biri bir keresinde. “Öbürü” diye cevap verdim.
Gençliğimde
sosyalizme tutkundum. Sonra bireysel özgürlüğün önemini idrak ettim, bireye
olabildiğince otonomi sağlayan toplumsal yapıları savundum. Türkiye özelinde
1980’lerden itibaren her zaman siyasi gücün bölünmesini, devletin küçülmesini,
ülkenin Batı dünyası ile entegre olmasını savunan eğilimlere yakınlık duydum.
Bu yöndeki en büyük engelin ülkede ‘ilerici’ diye bilinen kesimler ve bilhassa
Kemal Paşa kültü olduğunu düşündüm.
Cezaevinde
üç buçuk yıl geçirdikten, sonra Samos’ta inzivaya çekildikten sonra bu
düşünceler de artık bana yeterince ‘grounded’ gelmiyor (“ayağı yere basar” mı
desek?). Hap gibi bir düşünceye sahip olmaktansa, hap gibi düşünceleri
kurcalaya kurcalaya bozmak daha zevkli.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: İnsan Aslanlı Yol’u ağzı açık, hayretle
okuyor. Birçok varta atlatmışsınız. Hala hayatta olmak dışında hayattaki en
büyük başarınız sizce nedir?
SEVAN NİŞANYAN: Beş
çocuğum?
Kıbrıs
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Ve Kıbrıs. Kıbrıs'a
dair neler söylemek istersiniz? Kıbrıs sizin için ne ifade ediyor? Kıbrıs
denince ilk aklınıza ne ne geliyor? Kafanızda neler canlanıyor? Daha önce adaya
geldiniz mi?
SEVAN NİŞANYAN: Çok
geldim. 1975’te ailemle ucuz pyrex almaya geldik, utanç duydum. 90’ların sonu
ile 2000’lerin başında çok sık yolum düştü. Ada lehçesine bayıldım, yerli
Kıbrıslılar arasında şaşılacak kadar geniş bir kesimin TC insanına özgü milli
ve ideolojik hırtlıklardan ne kadar uzak olduğunu görüp hayret ettim. Bir müddet
yabancı bir kültürün etkisinde eğitilmenin, tıpkı Hatay’da, tıpkı Kars-Ardahan
ve Artvin’de, tıpkı Bulgaristan Türklerinde olduğu gibi, bu ülke insanına epey
iyi gelebileceğinin farkına vardım. 2013’te çılgın bir projenin akıl vericisi
sıfatıyla birkaç kez daha gelip KKTC yönetim sistemini daha yakından tanıma
fırsatı buldum. Küçük devletlerin büyüklerden daha keyifli yerler olabileceğine
dair düşüncem pekişti. (Proje gerçekleşmedi.)
Güney’i
henüz görmedim. Merak ediyorum.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Türkiye'nin Kıbrıs ile
ilişkisine dair ne söylemek istersiniz? Bazı saptamalar yapmak mümkün mü?
SEVAN NİŞANYAN: 1999’du
galiba, okullardan İngiliz müfredatının kaldırılıp TC müfredatının dayatılması
konuşuluyordu. Hayatta hiçbir siyasi konuda o denli şiddetli bir nefret ve
çaresizlik duygusuna kapıldığımı hatırlamıyorum.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Demin
bahsettiğiniz KKTC projenizden biraz bahsedebilir misiniz?
SEVAN NİŞANYAN: Bahsetmeyeyim. İlgili kişilerin onayını
almadan olmaz.
Covid-19
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Pandemi süreci malum. Bütün bunlar hiç alışılmış
şeyler değil. Umarım aileniz iyidir. Bu sürece nasıl dayanıyorsunuz?
SEVAN NİŞANYAN: Toplam
dört buçuk yıl hapis yatmış biri olarak alışığım hapis hayatına, gardiyanların aptallığına,
kuralların saçmalığına, mahkumların korkaklığına.
Ve
tabii fırsatı bulunca kaçmaya. Geçen ay eşimle beraber nihayet kaçmayı başarıp
uzun bir Mısır yolculuğu yaptık. Maskesiz insan yüzü görmeyi özlemiştim; iyi
geldi.
Eğitim ve Gazetecilik
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Siz birçok şeyin yanında gazetecisiniz de. Bu soruyu iletişim
fakültelerinde gazetecilik okuyan öğrenciler için sormayı çok istiyorum. Sizce
gazeteci olmak isteyen bir öğrenci müfredat dışında neler okumalı?
SEVAN NİŞANYAN: Yok, gazeteci değilim. Bir müddet
günlük gazetelere fikir yazısı yazmak gazetecilik değil.
Ama 55 yıldan beri iyi bir
gazete okuyucusuyum. Ona istinaden cevap verme cüretini göstereyim. Bugünün
medyasında gördüğüm en feci eksiklikler, bir, tarih bilmeme, dolayısıyla güncel
olayları bir perspektif içinde görememe, iki, ahlaki duruş yokluğu, dolayısıyla
şu anda moda olan tavır hangisiyse ondan öte bir bakış açısına sahip olamama. Hoca
olsam bol tarih okuturdum. Ve iyi edebiyat. Çünkü ahlaki ikilemleri tanımanın
ve tartışmanın yeri yüksek edebiyattır.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Bırakın öğrencileri,
birçok hocaya bile tarih ve edebiyat okutmak zor. Hegel’e göre sabah güne
gazete okuyarak başlamak modern insanın ritüeli. Sizin olmazsa olmaz gazete(ler)iniz
var mı?
SEVAN NİŞANYAN: Kırk yıllık New
York Times alışkanlığım vardı, büsbütün Amerikan Pravda’sına dönüştüğünden
beri onu da bıraktım. Twitter’a bakıyorum, ilgimi çeken makaleler mutlaka
çıkıyor, çoğu da genellikle marjinal yayın organlarında.
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Pandemi günlerinde eğitim sizce kaybedilmiş bir dava
mı? Nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?
SEVAN NİŞANYAN: Hep bilmediğim yerden soruyorsunuz
hocam.
Anna
Karenina
İBRAHİM BEYAZOĞLU: Anlayışınıza
sığınarak size özel bir soru sormak istiyorum. Porto Rico’ya gittiğinizde
yanınızda Tolstoy’ın bir romanını götürmüşütünüz. Aslanlı Yol'da: "Oradayken kasvet büsbütün bastı. Yanımda,
Allah kahretsin, Anna Karenina’yı
götürmüşüm, başka kitap yok sanki" demiştiniz (s. 85). Sonra ne oldu? Anna Karenina’yı okuyabildiniz mi? Yoksa
öyle kaldı mı?
SEVAN NİŞANYAN: Okudum. Hatta yıllar sonra bir daha okudum.
Puerto Rico’daki hadisede o zamanki eşimle aramızda bir sadakatsizlik meselesi
vardı, o yüzden roman bana kahredici gelmişti. Tolstoy kadın psikolojisini ve
toplumsal örgüyü muazzam bir derinlikle ele alır, etkilenmemek elde değil. Ama
yavaş, canına yandığımın, çok yavaş. Netflix çağında gene o sabrı bulabilir
miyim emin değilim.
Öneri
kabilinden
BEYAZOĞLU: Tutkulu bir okursunuz. Amerikalıların wordsmith diye tarif ettiği türde bir okur-yazarsınız. Özgün, cesur
ve ilham verici işleri seviyorsunuz. Derinlikli eleştirel analizlere
düşkünsünüz. Şu sıralar neler okuyorsunuz? Son zamanlarda yolunuz
"duyduğum en zekice tespit" minvalinde tavsiye edebileceğiniz
eserlerle kesişti mi? Zihnin pasını giderecek birkaç tavsiyede bulunmak ister
miydiniz?
SEVAN NİŞANYAN: Tüm
önyargılarımı yenip Roger Scruton’ın iki kitabını okudum. Ufuk açıcı buldum.
Cambridge’de el yazmaları kütüphanesi müdürü Christopher de Hamel’in Meetings
with Remarkable Manuscripts’i son yıllarda okuduğum en lezzetli kitaptı. Ayrıntıları
unutmayayım diye üç defa üzerinden geçtim. Kazuo Ishiguro’yu tanımıyordum,
sevdim, üç tane daha romanını ısmarladım. William Dalrymple’ın her yazdığını
beğenmişimdir, Hindistan’da East India Company egemenliğini anlattığı The
Anarchy’yi de çok öğretici buldum. Peter Frankopan’ın The Silk Roads’ı
dünya tarihine yeni bir bakış açısı getiriyor, ama modern çağlara geldikçe
temposu bayağı düşüyor. Antik kültürün Ortadoğu ve Asya üzerinden barı
Avrupa’ya aktarılışı öyküsüne dair epey okuma yaptım, çok şey öğrendim. İlla
bir isim ver derseniz Violet Moller, The Map of Knowledge.
Şimdi
yazınca farkına vardım, Moller hariç hepsi İngiliz yahu. Ben mi öyle seçmişim,
yoksa İngilizce kaliteli yayın dünyasında İngiliz hegemonyası mı var?
Cezaevindeyken
müthiş kitap okumuştum, o ayarda okuma yapmadım son aylarda. Kahneman, Thinking
Fast and Slow. Harari, Sapiens (öbür kitapları değmez). Jared Diamond,
bütün kitapları müthiş, ama beni özellikle çarpan The World Until Yesterday.
Dinler tarihine meraklıysan Finkelstein ve Silberman, The Bible Unearthed.
Boyer, Religion Explained. Houellebecq’in romanları, özellikle La
Soumission. Gençlere kitap tavsiye edilecekse ilk aklıma gelenler arasında
bunlar.
BEYAZOĞLU:
Birkaç sene önce Haaretz’de Harari’ye
dair How Yuval Noah Harari Became the Pet
Ideologist of the Liberal Elites adlı bir yazıya rastlamıştım. Fakat, özellikle,
lisans öğrencileri, vakit kaybetmeden Harari’yle tanışmalı. Araya uzun zaman
girince pek bir anlamı kalmıyor sanırım. Mesela doktora yapan birisinin elinde
Harari ile dolaşmasını ben biraz garipsedim. Harari’nin bu kadar tutmasını neye
bağlıyorsunuz?
SEVAN NİŞANYAN: Çağımız reklam ve
halkla ilişkiler çağı, elbette onun etkisi var. Ama Harari’nin kitabı bence
reklamı hak ediyor. Savunduğu tezleri bir yana bırakın, her şeyden önce son
derece zeki, orijinal gözlemlerle dolu, alışılmış bakış açılarını sarsan,
esprili bir kitap. Tarım devrimine ilişkin söyledikleri gerçi on onbeş yıldır
duyulmuş şeyler, ama bu denli net ve güçlü bir şekilde formüle edilmemişti. Daha
önemlisi, insanların masal anlatıp inanma yeteneğini medeniyetin temel dinamiği
olarak sunması, en azından bana, müthiş etkileyici geldi. El yordamıyla
bildiğim bir şeydi belki, ama kafamda berraklaşmasına yardım etti.
Gelecek
BEYAZOĞLU: Üzerinde uğraştığınız ya da girişeceğiniz projeleriniz var mı? Aslanlı Yol’u “devam edecek” diye
bitirmiştiniz. Önümüzdeki günler için çalışma ya da araştırma planlarınız
nelerdir?
SEVAN NİŞANYAN: Son bir
buçuk yılım iğneyle kuyu kazar gibi Türkiye Adlar Sözlüğü’nü
hazırlamakla geçti. Geçen ay bitirdim. Önümüzdeki günlerde basılacak. Şimdi
biraz nefes almakla meşgulüm. Bir buçuk yıldır ihmal ettiğim kırık dökük
işlerle uğraşıyorum. Üç tane sözlük sitem (nisanyansozluk.com, nisanyanmap.com,
turkadlar.com) her gün toplam yüz bini aşkın ziyaretçi alıyor. Onları biraz
toparlamam lazım. Sonra düşüneceğim bakalım, 65’lik bir ihtiyar hangi yeni
işlere burnunu sokmaya cesaret eder.
Söyleşide adı geçen eserler
·
Sevan
Nişanyan. Aslanlı Yol: Otobiyografi. İstanbul,
Liberus Yayınları, 2020 (ilk basım 2012).
·
Sevan
Nişanyan. Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve
Kemalizm Üzerine 51 Soru. İstanbul: Liberus Yayınları, 2020 (2008).
·
Sevan
Nişanyan. Nişanyan Sözlük: Çağdaş
Türkçenin Etimolojisi, Liberus Yayınları, 2020 (2002). Online: www.nisanyansozluk.com
·
Sevan
Nişanyan. Türkiye Yer Adları Sözlüğü:
Index Anatolicus, İstanbul,
Liberus Yayınları, 2020. Online: www.nisanyanmap.com
·
Sevan
Nişanyan. Türkiye Kişi Adları Sözlüğü;
2021’de basılacak. Online: www.turkadlar.com.
(15.202 maddebaşı ve 87.584 isimle Türkiye’nin bugüne dek yapılmış en
büyük kişi adları sözlüğüdür).
·
Bahse
konu belgesel için; "Sevan".
Youtube, 2012. https://www.youtube.com/watch?v=c-VRrjuQTwE
·
Karl R Popper. “Conjectural Knowledge:
My Solution of the Problem of Induction.” Revue Internationale De
Philosophie, vol. 25, no. 95/96 (1/2), 1971, s. 167–197.
·
Jacques Derrida, De la grammatologie
(1967); İngilizcesi Of Grammatology, Johns Hopkins University Press,
1976.
·
Emil Cioran’ın birçok eseri Türkçe’ye
çevrilmiştir. Türkiye kültür endüstrisi bu bakımdan zengin bir külliyata sahip.
·
Roger
Scruton, Conservatism: An Invitation to the Great Tradition, London
2017.
·
Roger
Scruton, Türkçede: Modern Felsefenin Kısa
Tarihi. Dipnot, 2015; Spinoza.
Dost Kitabevi, 2007; Akıllı Kişiler İçin
Felsefe Rehberi. Ayrıntı Yayınları, 2016.
·
Christopher
de Hamel. Meetings with Remarkable
Manuscripts: Twelve Journeys into the Medieval World. Penguin Press, 2017.
·
Kazuo
Ishiguro’nun Türkiye’de eli yüzü düzgün çevirileri mevcut. Bu yüzden ayrıntlı
bir Ishiguro külliyatı dökümüne gerek duyulmamıştır.
·
William Dalrymple. The Anarchy: The East India Company, Corporate Violence, and the
Pillage of an Empire, Bloomsbury Publishing, 2019. Bir diğer okumaya değer
eseri: From the Holy Mountain: A Journey Among the Christians of the Middle
East, St. Martins Press, 2000. Görünüşe göre, Türkçede Dalrymple’ın
sadece bir çevirisi var: Beyaz
Moğollar. Truva Yayınları, 2005.
·
Peter Frankopan. The New Silk Roads: The New Asia and the
Remaking of the World Order. Vintage, 2020.
·
Violet Moller. The Map of Knowledge: A Thousand-Year
History of How Classical Ideas Were Lost and Found. Doubleday, 2019.
·
Daniel Kahneman. Hızlı ve Yavaş Düşünme. Varlık
Yayınları, 2017. İngilizce’sinden okumak isterseniz; Daniel Kahneman. Thinking, Fast and Slow. Farrar Straus
& Giroux, 2013.
·
Yuval Noah
Harari. Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens.
Kolektif Kitap, 2015.
·
Jared Diamond. The World Until Yesterday: What Can We Learn
from Traditional Societies? Penguin, 2012. Diamond’ın Tüfek, Mikrop ve
Çelik başta olmak üzere birçok Türkçe çevirisine denk gelebilirsiniz. Bu
bakımdan Diamond çevirilerinin hepsini tek tek burada sıralamaya gerek
görülmemiştir.
·
Israel
Finkelstein and Neil Asher Silberman. The
Bible Unearthed: Archaeology's New Vision of Ancient Israel and the Origin of
Sacred Texts. Free Press, 2001.
·
Michel Houellebecq. Soumission. Schoenhofs Foreign Books, 2017. Kitap Türkçe’ye İtaat diye çevirilmiş (İthaki, 2021). İngilizce çevirisini okumak
niyetindeyseniz; Houellebecq. Submission.
Farrar, Straus and Giroux, 2015.
·
Pascal Boyer. Religion Explained: The Evolutionary Origins of Religious Thought.
Basic Books, 2002.
·
Danny Gutwein. “How Yuval Noach Harari became
the pet ideologist of the liberal elites”. Haaretz,
Kasım 20 2018. Yazının alındığı mecra (ücretli): https://www.haaretz.com/us-news/MAGAZINE-how-yuval-noah-harari-became-the-pet-ideologist-of-the-liberal-elites-1.6673776
·
Lev N. Tolstoy'un Anna Karenina’sı için, İletişim, Yordam, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları ve Can Yayınları gibi yayınevlerinin yaptığı çevirilerden istifade
edebilirsiniz. William Shakespeare'in Kıbrıs’ta geçen Othello'sunu temin etmek gibi bir niyetiniz varsa, metnin Remzi
Kitabevi ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yapılan çevirileri
var.